21 Ağustos 2014 Perşembe

Bir Akşam Vakti

       Bu gün uzun zamandır gözlerimden yaş süzülmediğini fark ettim. Galiba kalbim kuruyor, galiba uzun zamandır derdim yok, galiba uzun zamandır paylaşmıyorum. İnsan sevince paylaşır ve sevince dertlenir. Kendi acısıyla değil başkalarının acısıyla. Ve insan dertleri paylaşır. 
       Bugün akşam vakti cami çıkışında Suriyeli bir çocukla tanıştım. Uzun zamandır yaşayamadığım o duyguyu Rabbim yeniden bahşetti. Türkçe bilmiyordu. Önemi yok bende Arapça bilmiyordum zaten. Çat pat anlaştık yani bence anlaştık birbirimizin ismini öğrendik en azından. Annesinin burada babasının Suriye’de olduğunu öğrendim en azından. Sonra caminin çıkışında kapının önündeki betonda oturduk. Aslında tam karşımızda banklar vardı. Oraya oturmak aklımın ucundan bile geçmedi o sırada.
      Sokak lambasının altında kitap okuma planlarım, bol ağaçlı bir yokuşta yapmayı düşündüğüm akşam yürüyüşüm iptal olmuştu ben hiç farkında olmadan. Bir süre hiç konuşmadan oturduk. Konuşamıyorduk da zaten. Kedi sesleri ve kuş cıvıltıları bizim sessizliğimize renk katıyordu, bir de cami avlusunda abdest alanların açtığı musluktan gelen su sesleri. O etrafın karanlığını, cami avlusunda dolaşan insanları izlerken ben onu seyrediyordum. En fazla yedi yaşında olabilecek bir çocuğun siyah gözlerinde ki içli ve düşünceli bakışları anlamaya çalışıyordum.
       Zamanın ve mekanın işlemediği bir andı. Bir an döndü ve gülümsedi, benimde gülümsemem gerekiyordu ama o an kalbime bir yumruk indi. Anlayamadım neden ona karşılık veremedim. Galiba onun kadar güzel gülemediğim için utandım.
       Babasının ne durumda olduğunu bile bilmiyordu belki ama yine de dudaklarında tebessüm vardı. Yanındaki tabakta bir şeyler vardı. Belki de satıyordu. Çabalıyordu.
       O bize emanetti. O bizim sınavımızdı. O çocuk bizim bereketimiz olacaktı belki. Eğer sahip çıkabilirsek. Hayatımın en güzel bakışlarını yakalamış gibiydim ve biz mutluyduk o cami avlusunda. Ne kadar oturduğumuzun farkında değildim saate bakmamıştım. Bakamamıştım ya da bakmak istememiştim.
       Bir süre sonra yine esmer zayıfça on yaşlarında bir çocuk Ahmeed diye bağırarak geldi. Hüseyin Ahmed’in abisi. Arkasından bir çocuk daha buda 5 yaşlarındaydı. Üçü de birbirine benziyordu. İda en küçükleriydi. Bir an kendimi üç çocuğun arasında buldum. Üç Suriyeli çocuğun... Keşke onlara üç kardeş olmadıklarını onların ablaları olabileceğimi anlatacak kadar kelime bilgim olsaydı.
       Abileri biraz Türkçe biliyordu muhabbet ettik. Muhabbet diyorum çünkü onlara karşı içimde bir muhabbet duygusu yeşerdi. Bir resim istedim onlardan dizildiler ve gülümsediler. Onlar mutluydu, en azından gülüyorlardı. Sokak lambasının altında kitap okumadığım için mutlu olabileceğim bir tebessüm.
       Vakit geç olmuştu. Bunun farkına varmayı hiç istemiyordum ama gitmem gerekiyordu. Sorduğum sorulara göre hep orada oynadıklarını öğrendim. Hep orada koşuşturduklarını… En küçükleri olan Yahya ile koşuşturduk hatta biraz. Sadece peşinden koştum dakikalarca kahkaha attı. Ben oradan uzaklaşırken o hala gülüyordu.
       Onlara gülümseyerek, el sallayarak, istemeyerek uzaklaştım oradan. Elimde bir kaç resim aklımda Ahmed’in bakışları ve kalbime dokunan tebessümler… ve onları gördüğümden beri aklımda çok sevdiğim bir ablamın sözü var. Etrafımızda kimse yok ki ne yapalım dediğimde bana 'sen görmek iste görürsün' demişti. O zaman göremiyordum kim bilir belki de görmekten kaçıyordum. Namazımın sonunda duyduğum birkaç Arapça kelimeyi duyuran Rabbime hamdolsun.
       İki senedir gittiğim cami avlusuna sanki ilk defa gitmişim gibi hissediyordum. Sanki ilk defa o bahçede oturmuşum.
       Ertesi akşamı bekliyorum onları tekrar görebilmek için. Hiç bir şey konuşmadan anlaşabilmek için... Yaşarmayan gözlerime yeni damlalar kondurdukları için onlara kalbim ısındığı için yeniden o çocuklarla bir şeyler paylaşabilmek için yarını bekliyorum...

2 yorum: