22 Kasım 2015 Pazar

Asil Dosta

Gurbete kaçacağım yazmışlar bir dizeye
Gurbetten nasıl kaçıldığını söylememişler
Gurbetin ne olduğunu anlatmamışlar
Çünkü gurbeti anlamamızı beklemiyorlar
Nasıl beklesinler
Biz anlayamayız
Biz yalnızca yaşarız
Yaşarken manasına dalarız
Ama daldığımız gibi çıkamayız çoğu kez
Çünkü gözyaşlarımızla artar derinlikler
Ama o derinliği aşacak yardımlar buluruz
Sevdiklerimizin elleriyle
Sevdiklerimizin sözleriyle
Gözleriyle
Gönülleriyle...

Her dalış bir çıkışa alamettir
Vaktini dostların belirlediği bir çıkışa

19 Ekim 2015 Pazartesi

Temizlik Var...

Beklediğime değmiştir umarım bunca zaman. Sahi kaç ay oldu? Yıl mı demeliydim? Unutmaya çalıştım seni. İnan bana başarmaya başlamıştım da. Bir hayli yol kat ettiğim bile söylenebilir. Terk ettin sanmıştım doğduğun evi. Ev… Benim evim. Orada kapladığın o koca alan, koca bir boşluktu sen yokken. Bir geldin pir geldin. Taşıyorsun mübarek; camlardan, kapılardan, bacalardan taşıyorsun.
Seni karşılamak zor olacaktı, biliyordum. Ama bu kadarına hazırlıklı değildim. Bu kadarına kimse hazırlıklı olamaz. Bilseydim bu denli kalabalık geleceğini evdeki boş bidonlara su doldururdum. Yetmeyecek şimdi. Kuraklık da yakın. Buralara kuraklık vurmaz deme. Yokluğunda bulutlar birikmez oldu. Senin yokluğunda boşluğunu doldurmaya çalıştı hırs, öfke ve kin. Yalan yok çokça da yerleştiler buraya. Onun yeri ayrı desem de fark etmemişim senin üçlüyü kaptırmışım bir tanesine. Başkalarında çokça misafir olduklarından dert yanarken kendi evimde kimleri beslediğimden pek de haberim olmamış anlayacağın. Senin yüzünden. Neyse... Keşkeli cümleler kurmayacağım sana. Hayatta her şeyin bir sebebi olduğunu bilecek yaştayım ve biraz da olsa kullanabildiğim bir aklım var. Ama sen yine de hep iyi kili cümleler kurdur bana.
Sen gelince bir farklı oluyor biliyor musun? Sen gelince yuvama, daha adımını attığın an içeri, fır dönüyorum etrafında. Gitme. Çektirdiğin onca acıya, ızdıraba rağmen gitmemen için kilit üstüne kilit vuruyorum kapılarıma. Seni yaşamak mazoşistlik gibi bir şey, cidden bak.  Ama bu gelişin bir tuhaf. Seni ağırlamak oldukça zor olacak.
Geldiğinden emin olamadım kapıyı ilk vurduğun zaman. Her zamanki gibi o mudur diye düşünmedim değil. Ama her zamanki gibi en kötüsüne hazırladım kendimi, yine de sordum kapının dürbününe:
“O mu gelmiş?”
“Kim?”
“O işte..”

Bir isim bile bulamıyoruz sana ev halkı olarak. Sadece geldiğinde evimdeki kötü kokular yok oluyor, misk kaplıyor dört bir yanı. Buna seviniyoruz ve geldiğini en çok da buradan anlıyoruz. Bu defa kim bilir hangi lekeleri temizleyeceksin. İs kaplamış duvarlarımı, işin oldukça uzun süreceğe benziyor. Bahara kadar kalacak gibisin, kalabalık da gelmişsin. Seni ağırlamak zor olacak, şimdiden su faturasını düşünmüyor değilim. Ama yüzümde gülüyor bir yandan evim arınmayı bekliyor. Hamamdaki tellallar gibi acıt canımı, can acımadan temizlenmiyor.

16 Ekim 2015 Cuma

Uzayacak Bir Hikaye

İki dostun ufak bir anısını dinlemek ister misiniz?
Uzak mesafelerin santim santim kısaldığı bir gece.. Şafak sökmeden önce kavuşmanın verdiği cazibe ile yalvarışlar, beklenen gün ışığı ile basılan ilk parmak izi.. Gün böyle başlamıştı onlar için. Uzun bir yürüyüş yapacaklardı aydınlanan Afyon sokakalarında. Ellerinde bir defter dillerinde türküler şiirler ve sırtlarında sırayla taşıdıkları yük. Asıl yükü atmak için söyledikleri sıcak çaylar. Yeni insanlar vardı hayatlarında hiç bir zaman eskilerinin yerine geçemeyecek olan ama candostlarını emanet edebilecekleri kadar samimi insanlar. Güzel geçmesi ümid edilen bir günün getirdiği yağmur damlaları. Yağmurdan saklanıpta sırılsıklam şiir okuyamamnın verdiği pişmanlığı yaşadılar bir an. Dışarı çıktılar belki yağmur yağar diye çok geçmedi ıslanmaları uzun sürmedi. Şiirlerini okudular ve bir camiye sığındılar. Dervişlerin ayak bastığı yerleri gezdikçe andılar , onları andıkça daha çok sustular.
Bir konak avlusu.. Üşümüşlerdi çünkü. Ama yağmura inat hiç yorulmayacakmışçasına otobüslere meydan okuyarak yürüdüler. Karış karış ilerlediler. Hünün sonunda bir kaç cümle dökülmüştü ağızlarından belki henüz gezmedikleri sokaklarda ortaya çıkacak olan dizeler vardı dillerinin ucunda...

Uzun bir gezinti olacaktı bu dillerindeki bütün kelimeleri dökebilmek için.

Kim bilir hangi çocukların oynadığı, akşam vakitlerinde hangi yorgun afımların çıktığı merdivenlerdi bunLar. Onlar da kalan anısıysa yazdıkları üç beş satır olmuştu arkalarında ki bir dergahla. Ve önlerinde yıkık bir ev. Düşünüyorlardı ne yaşanmıştı da o ev bir viraneye dönmüştü.
Sadece bu değildi düşündükleri; gökyüzünde ki uçurtmanın sapı hangi çocuğun elindeydi mesela ya da bir çocuğum yüzünü güldürmeye bir şeker yeter miydi?
Evet yeterdi. Çocuk bu hiçbirşeyden haberi yokki, şeker bilir uçuryma bilir.. bir de sıcak tebessüm yeterdi ona . Tebessüm için dil bilmek gerekmezdi. Ya çocuğun düşmesiyle hissettikleri sızı. Hala içlerinde başkaları için acıyan bir yan mı vardı?
Her insanın acıyan bir yanı vardır, acıyan bir yarası. Neyseki merhem olan dostluklar, uzaklardan edilen kardeş duaları vardı. Yakınken ise bakışlar yeterdi, anlatmaya gerek yoktu sustukça konuşurlardı.
Kumdaki Türk kahvesi gibiydi; ısındıkça köpüren hisleri vardı ikisinin de. Üstüne içtikleri sudaki ferahlıktı belki birbirlerine kattıkları ya da ağızlarında tat bırakan bir kaç kuş lokumu.
Düşündü uzun yol yolcusu; mesafelerin santim santim uzadığı bir yol olacakArkalarında bıraktıkları şiir, yazı, sokak ve yağmur dolu üç nisan günü. Bir daha bu kadar güzeli yaşanmayacak , bu kadar değerlisi.. Geceleri birbirlerine ulaştırdıkları bir kaç dize şiir olacak avuntuları, kimi zamanda anlatacakları eskimeyen bir hatıra...
Uzayacak bir hikayeydi bu. Vakit olacak gözyaşları okyanusları aşacak, vakit olacak tebessümleriyle gökyüzüne ulaşacak olan , bir şiirle başlayıp bir şiirle son bulmayan uzayacak olan bir hikaye..

" yağmura,nisana ve yaşıma aldanıp
uçurumları kıyı sanarak
ve dağlar erişilmeyince acı verir
sözünü unutarak
kaf dağına gitmek istedim

ırmak inadıyla yürüdüm uzaklara
bir derviş olup yürüdüm uzaklara

yanıldı denektaşım geriye döndüm
Kutsal Sözler Panayırı'na sığınıp
ipeksi bir sessizliğe büründüm:

bir hayat,mahçup ve duru
Tanrım,gülleri
ve sessiz harfleri koru."
İbrahim Tenekeci

30 Eylül 2015 Çarşamba

Hüznün Güzelliği

Siz bana öyle çok bakmayın
Gözlerimin buğusuna
Dinlediğim şarkılara
Dudaklarıma süs olan şiirlere
Ben de böyle mutlu oluyorum
Hüzünlenerek.

Siz bakmayın benim hüznüme
Yumuşaklıktandır hüzün
Katı bir kalbim olsaydıda mutlu mu olsaydım

Hele ki kalemimden akan mürekkebe
Hiç bakmayın
O zaten nereye gittiğini
Hangi harfe dokunup
Hangi sözcüğü ortaya atıp
Nasıl bir cümle kurduğunu
Nereye varacağını pek bilemez

Siz bakmayın bana
Siz sadece hüznün güzelliğine bakın
Ama benim hüznüme bakmayın
Sormayın.

24 Eylül 2015 Perşembe

Hayırlı Bayramlar 😊

Kurban paylaşmaktır.. yalnızca et parçası değildir paylaşılan; sevgidir, fedakarlıktır. Önce yemeğimizi paylaşmayı öğreniriz, sonra acılarımızı, sevinçlerimizi, heycanlarımızı. Kiminle paylaştığımız önemli değildir çünkü Allah(c.c)  kendi katında ayırt etmeden inanlar ancak kardeştirler buyurmuştur. Rabbimizin koymadığı sınırları bizler koyamayız. Bu yüzden Dünyanın her yerinde ki kardeşlerimizle paylaşırız bayramımızı. Acılarımızı değil yalnızca gülüşlerimizi paylaşabileceğimiz bayramlara erişebilmek duası ile; bizde bu ufak çerçeveden Tüm İslam alemine hayırlı bayramlar diliyoruz :)

29 Haziran 2015 Pazartesi

duamız bir olsun..

Ramazanın ortalarına yaklaşmaktayız. Bizi bu güne ulaştıran Rabbimize hamd olsun.. Vaktin kıymetini anlamamız için ne kadar hızlı akıp gittiğinin farkında olmamız gerekiyor. Her günümüz nasıl hızla geçiyorsa Ramazan da aynı hızıyla bizden uzaklaşıyor. Günlerimiz geçmeden bu ayın ehemmiyetiyle birlikte sadece kendi kurtuluşumuza değil tüm ümmetin kurtuluşuna dua etmeliyiz. Zekatların verildiği bu ayda duamızın zakatını da ihmal etmemeliyiz. Duamızın bir bölümünü diğer kardeşlerimize ayırmalıyız ki melekler de bize ayırsın. Ramazanın sevincini ve mutluluğunu yaşamalıyız ama bunu yaşarken Ramazan'ı zulümle, ölümle, şehadetle geçiren kardeşlerimizi unutmamalıyız. Çünkü önemli olan kan bağı değildir kardeşlikte gönül bağıdır bunu bilmeliyiz. Ayırt etmemliyiz acılarımızı yaşarken uzaktakileri yanımızdakilerden.. Kalbimizin bir köşesinde de onların hüznünü yaşayarak acılarına ortak olmalıyız. Ancak o şekilde Ramazanın hakkını verebiliriz.   Dualarımızı Rahmet kapılarının sonuna kadar açıldığı bu ayda eksik etmeyelim. Batı'dan doğuya, kuzey'den güneye Dünyanın neresinde zulme uğrayan bir kardeşimiz varsa onlara kendi dünyamızda yer açalım. Duamız şudur; Rabbim bu Ramazan da bizlere mazlumların yanında saf tutabilmeyi ve  Ramazan 'ı hakkıyla geçirebilen kullarından olabilmeyi nasib eylesin. Dua ile, hayırlı Ramazanlar...

Resim yazısı ekle

25 Haziran 2015 Perşembe

...

Sana ilk geldiğim günü hatırlıyorum. Hayatında ilk kez boyundan büyük kararlar vermiş, vermek zorunda bırakılmış, mücadelenin m’sinden haberi olmayan, ilk kez ana kucağından ayrılan aceminin tekiydim o zamanlar. Annemin beni sana emanet edişini hatırlıyorum. Her şey bir oyun gibiydi. Ne zaman anladım bitmiyor oyun, ne zaman anladım benim istediğim gibi işlemiyor ve ne zaman anladım daha çok uzun sürecek, işte o zaman oturdum ağladım. Dağlarının arasında kalmak mahpusa düşmekten farksızdı gözümde. Etrafım sarılmıştı. Hadi git diye meydan okuyan bir tavrın vardı, git bakalım nasıl gideceksin. Ben de sana meydan okuyordum; gideceğim göreceksin ve ardıma bile bakmayacağım.
Sen kazandın. Tuttun ya beni o yüksek dağlarının arasında, her biri şefkatle beni saran kolların şimdi. Tuhaf olan sen sardıkça daha da üşüyen bedenimdi. Havan bile bir şeyler öğretti bana. Direnmeyi, sağlam kalmayı… Zamanla anladım. Annem korkmuş da sanki beni zorluklarla karşılaştırmaktan, sana göndermişti. Döve döve seven bir ana oldun bana.
Önce yalnızlığı öğrettin, hem de en beterinden, sonra insanlara nasıl güvenebileceğimi ve nasıl bağlanacağımı. Önce memleketimle mesafeler koydun arama sonra özlemin ve değer vermenin tanımını yaptın bana. Önce tüm zorlukları serdin önüme sonra sabrı öğrettin ve duydum seni, içten içe hep öğütledin “Sabır. Sabır. Sabır.” Sabrı sende öğrendim.
Ben sana geldiğimde kördüm. İnanır mısın ancak açılıyor gözlerim. İlk kez daha bendesin ve ben ilk kez bu kadar sende olduğumu hissediyorum. Dehşet bir vefayla bağlanıyorum sana. Vesilenle gelen tüm zorluk ve geceler, yaşanılan her an, kazanılan her dost, edilen her sohbet ve geçilen her sokak için şükrediyorum Rabbime.

Olmuyor şimdi. Gözlerini diktin yine gözlerime, dağların ardını gösteriyorsun. Git diyorsun, kovuyorsun. Önce bu kadar basıp bağrına sonra nasıl da gönderebiliyorsun beni. Bu kadar alışmışken sana. Denize hasret kaldığım, yeşiline hayran olduğum şehir. Ben sende büyüdüm ve inan bana sen de benimle büyüdün. Hep küçük dediler ya sana, sende yaşadığım her an ve her insanla bir boy daha attın. Her insan bir dünyaysa şayet benim dünyamda yerin çok büyük ve artık içime her dönüp baktığımda bulabileceksem seni, veda etmiyorum.  Sen artık gurbet değilsin, içimde yeşil bir memleket...

26 Mayıs 2015 Salı

Hayat bir masaldır..

Yüzündeki kabartılar
Hayatındaki fazlalıklar
Sen bu dünyaya ait değildin
Bağlamasaydı senden olan canlar

Herhangi bir eşya gibi
Seviyorsun ya hani
Eşyanın da canı vardır
Senin görebildiğin kadar
Sende ki kadar

Aynada kendini görürsün ya 
Aynıdır bütün eşyalar
Yeter ki sen bakmayı bil
Aynadır bütün eşyalar

Her eşya bir candır
Her can bir an taşır
Her can bir sevdadır
Her an bir masaldır
Her sevda da bir masaldır
Ve O'na ait olmayan her sevda
Seni O'ndan uzaklaştırır


17 Mayıs 2015 Pazar

KAYIPSIZ BİR ZAFER

  Bugün günlerden cumartesi. Sabah Mısır'ın ilk seçilmiş lideri hakkında konuştuk arkadaşlarla. Bu gün mahkemesi vardı. İdam kararının çıkıp çıkmayacağını merak ediyorduk. Çok geçmedi ikindiyi bulmadan mahkeme sonucunu öğrendik. Sonuç bizi şaşırtmaktan çok üzdü. Hemen Fetih suresi okumak için duyurular yaptık. Aklımıza başka bir sure gelmedi o an. Bütün ayetler ayrı ayrı çok değerli ve güzeldir ama Fetih suresi zaferdir, zaferin müjdesidir.
  Allah muhafaza eylesin; Mursi'ye verilen idam kararı gerçekleştirilse bile zafer bizimdir. Çünkü zafer yalnızca inanalarındır. Kayıpsız bir zafer için ne yapmalıyız, yaptıklarımız ne kadar yeterli bilmiyorum. -zaten Allah yolun da hiç bir şey kayıp omaz.- Elimden dua etmek, Kur'an okumak, bunun yapılması için insanları teşvik etmek ve bu yazıyı yazmak geliyor.
Ve daha çok öğrenip öğretmek istiyorum, daha çok insana ulaşmak, daha yüksek sesler çıkarmak.
  Bu karar kalbimizde sadece üzüntü duygusunu ortaya çıkartmamalı. Bir kıvılcım çakmalı, harekete geçirmeli, eğer hareketliyse ivme kazandırmalı yüreğimize. Allah için, Rasulü, dini ve ümmeti için. 7 kişiden milyonlara ulaşan bir topluluğun gür sesinin bile yok sayıldığı bu dünyada engelleri aşabilmek için. Mazlumların artık mazlum olmaması, İslam yolunda, davası ve fikirleri uğruna insanların idam edilmemesi için. 
  En azından adım atmalıyız çünkü bilmeliyiz ki her atılan adım bir sonra ki adımın habercisidir. Rabbim bizleri sonu ebedi bir yurda çıkan bu yoldan ayrılmaktan muhafaza eylesin. Amin.  

31 Mart 2015 Salı

GEÇ VAKİT

        Çok vakit geçti Nerelerdesiniz? Biraz geç kaldınız. Sebebini öğrenebilir miyim? Anladım bu gün susmayı tercih ediyorsunuz. Israr etmeyeceğim. Paçalarınız ıslanmış şöyle sobaya yaklaşınız. Siz sıcağı seversiniz; yanlış hatırlamıyorum inşallah. Hasta olmanızı istemem; açıkçası ıhlamurum kalmamış ama taze çayım var. Ihlamur iyileştirir fakat çay da hasta etmez. Şekersiz değil mi tatlıya aranızda pek yoktu eskiden.
        Botlarınızı da kurutma ister misiniz? Sizin ne zaman gideceğiniz belli olmaz çünkü her an çıkmak isteyebilirsiniz. İnsan en çok ayaklarından üşütür,  üşümenizi istemem o yüzden şurada duran siyah çorapları da giyiniz efendim.
        Bakın duvarda ki tabloyu hatırladınız mı? Beraber almıştık Beyazıttan. Ben o günü hiç unutmuyorum da. -Sahaflar çarşısına ilk gidişimdi, ilk kez kitap kokusunu içime çekmiş, toz alerjimi önemsememiş ve kitaplara dokunurken heyecanlanmıştım. İlk kez sizinle gitmiştim oraya, zaten sizden başka da kimseyle gitmedim daha sonra. - Cami tarafında ki kapıdan geçmiştik. Bütün sahaflara tek tek girip çıkmıştık ama bir tanesinden çıkmakta epey zorlanmıştık. Çünkü orada bir tablo vardı; görür görmez mest olmuştunuz ama satılık değildi. O kadar uzun süre baktınız ki tablonun sahibi bakışlarınızın derinliğine dayanamayıp hediye etmek istedi, kabul etmek istemediniz en başta ama tabloyu orada bırakıp da gidemediniz,aldınız. Eve gelir gelmez her zaman oturduğunuz koltuğun karşısındaki duvara asmıştınız. O günden beri orada,sizin astığınız yerde. Duvarı boyarken bile çıkartmadık, sizin izleriniz kaybolmasın diye. Sahiden şaşırdınız mı 15 senedir orada olmasına. Ya da merak ettiniz mi, büyük bir aşk ile baktığınız bu tabloya bir kez daha bakmak için neden uğramadınız 15 senedir. Bunu hep merak etmişimdir. Aslında daha çok fazla merak ettiğim mevzu var ama cevaplamayacağınız için beynimden dışarı çıkartmıyorum. Onlar orada bekleyedursun ben size bir çay daha koyayım.
         Az kalsın kapının girişinde ki mermere takılıyordum. Düşmeme üzülmezdim de anneciğimden kalma dokuma kilime çay dökülmesine üzülürdüm.Birde, yanında minik kulpu olan çay bardağıma; dedem çok severdi bu bardakları.
         Esasen sizde çok severdiniz bu bardaktan çay içmeyi. Peki bundan nasıl vazgeçtiniz? Pardon soru sormayacaktım. En azından şunu bilmeliyim;konuşmam sizi rahatsız ediyor mu?
         Rahatsız olmadığınıza sevindim. Açıkçası sizinle son görüştüğüm günden beri insanlarla pek konuşmamıştım. Sizi görünce konuşasım geldi. Epeydir gelmesini bekliyordum zaten. Sakın sizi beklediğimi sanmayın. Kelimelerin gelmesini bekliyordum. Sanki paltonuzun cebinden çıkmışlarda dilimin ucuna yapışıvermişler aniden. Özlediğim kelimeler varmış, dilimin ucuna geldikçe anlıyorum. Ders kelimesi mesela ne çok olmuş kullanmayalı. Ders demişken aklıma ne geldi; yoksa aklıma geldiği için mi ders dedim bilemiyorum. Annemin sıcak poğaçalarını ders çalışırken ne çok yerdik. Köşede duran annemin elleriyle boyadığı ahşap yemek masasının üzerinde yayıla yayıla çalışırdık. Ama artık o enfes poğaçalardan yememiz imkansız. Tabii siz yokken olanlardan haberiniz yoktur. Anneciğim vefat etti. Nasıl vefat ettiğini inanın anlatmak istemiyorum. Ben de burada susma hakkımı kullanmak istiyorum. Çok konuştuğum gibi çok sustuğum da oluyor. Ben susmayı da sizinle öğrendim. Eskiden de suskundunuz. Durgundunuz ama durmadınız! Anlaşılan o ki gittiğiniz yerde de durmamışsınız. Baksanıza buradasınız. Karşımda bir iskemlede oturuyorsunuz. İskemle; o da hiç eskimedi. Annem siz gelirsiniz diye her gün tozunu alırdı kimsecikleri de oturtmazdı. Ben de hergün tozunu alıyordum ama bugün geç kalmışım almakta siz erken geldiniz. Halbuki hep ben erken davranırdım siz geçte olsa gelmezdiniz...
          Vakit geçiyor,abdest almam lazım. Siz hala namaz kılmıyor musunuz? Annemi ne çok üzerdiniz. Hiç değişmediniz mi? Yüzünüzde ki çizgiler ve lekeler de hala aynı yoğunlukta. Kalbinizdeki lekeler ne alemde peki? Onları temizleyebilmek için mi geldiniz yoksa? Hepsini temizlemeniz imkansız. Annem şu an olmadığına göre onunla ilgili kısım büyük hesap gününe kaldı.
          Benimle ilgili olan kısma gelince hemen halletmeye çalışsanız sizin için iyi olur. Çünkü son nefesimi ne zaman vereceğimi inanın bilmiyorum.

21 Mart 2015 Cumartesi

İYİ MİSİN?



seni çağıranlar gelmemiş,
üstelik mahcup da değiller.
anla ki kuzgunların derdi
artık sen değilsin.
bir hayal gördün,
hayata benzettin, geçti.

Muzaffer Serkan Aydın

Yalan söylemek kötü bir şeydir arkadaş ve sen artık hamd etmeyi bıraktın sanki. İyiyim diyorsun sadece. İyiyim. Emin misin? Şüphede bırakıyorsun beni. İnsan hep iyi olmaz çünkü. Olmamalı, fıtratına aykırı. Arada bir çığ düşmeli çatına, bir fırtına yerle bir etmeli o sağlam duvarlarını. Etmeli ki enkazından yeniden bir sen doğarken daha güçlü, daha sağlam atabilesin temellerini. İnsan deneyerek öğreniyor, sen de biliyorsun. Yeniden var oldukça daha dayanıklı  malzeme kullanıyor yapısına. Malın iyisinden de kötüsünden de anlıyor. Gerçi kimisi de adi malda inat etmiyor değil. O başka mesele.

Sana dönecek olursak emin olamıyorum arkadaş. Kıyından uzaklaşmış hissediyorum kendimi. Boyumu aşıyor artık suların. Havan, suyun, toprağın... Uzaklaştıkça yabancı bir memleket oldun çıktın. Yalancıydın, yabancısın bir de şimdi. İşe bak. Ama hani sokakta görsem bir yerden gözüm ısırıyor diyecek cinsten değilsin daha. Korkmuyor değilim. Ara ara el sallıyorum kıyına. Bazen  kendi telaşındasın, bazen umut veriyor selamın sabahın. Hava karardı mı bir sakinlik çöküyor caddelerine, o zamanlar daha çok benim toprağım diyorum. Emin yaklaşıyorum sana. Yarın güne tebessümle uyanıyorum.

Uzaklaşma! Bekle biraz. Anlattıklarımdan hoşlanmadığını biliyorum; ama beni duymalısın. Gördün mü bak “Seni çağıranlar gelmemiş / Üstelik mahcup da değiller.” Sen ise yüzüne yerleştirdiğin her tebessümü kar zannediyorsun. Sen şişirirken benliğini, adım adım  uzaklaşıyorsun kendinden. Hayır! Hayır, ben bu tebessümü tanımıyorum. Buram buram samimiyetsizlik kokuyor. Sanıyorsunki acı çekenler gülümsemiyor. Mutluluğu aradığın yerde bulacağına emin misin? Ya da şart mıdır mutlu olmak, diğer yüzünde sabrın sonu selametse?

Fena olmak kötü bir şey değil arkadaş. Yanlış anlatmışlar sana. Yüzün hep gülecek değil ya, bazen kaybolmalısın kaldırım taşlarının arasında. Gece yüzüne sert bir ayazın çarptığını hissetmelisin. Bilmelisin sokakta yatan küçük bir bedenin ne denli titrediğini, bilmelisin ki onu anlayabilesin. Acı pişirir insanı arkadaş. Acı hoş eder insanı, ruhu besler. Bir vicdanının var olduğunu hatırlatır. Hala tam olarak kararmamış bir kalbin olduğunu hatırlatır. Ümit vardır.

İşte bu yüzden iyiyim deme! Deme işte. Sen bana benzemezsin o zaman. Ben olmak bunu mu gerektirir sahi? Bilmiyorum, ama eğer iyiliğin beni yok sayacak cinstense uzak kal arkadaş. Yabancı kal ya da gel beraber hamd edelim...


6 Mart 2015 Cuma

KAÇ KİŞİ

kaç kişi sığar bir duaya
kaç insan için açılır eller semaya 
bir anne,
bir baba,
bir evlat,
bir kardes,
bir dost,
bir aşk için mi

altı kişi mi
bir dua altı kişi, 
kaç dua kurtarır 
tanımadığınız bir yetimi
kaç dua sonra sıra verirsin
onun için
kaç kez ellerini semaya açabilirsin
kaç kez kendi sıranı savabilirsin
tanımadığın birine nasıl dua edebilirsin
eder misin
sevdiklerinin arasına alabilir misin
görmeden sevebilir misin
o seni bilmese bile
sen onu hatırında tutabilir misin?

hangi duanda yer verirsin gözyaşına
onun çektiği acılar için de ağlasana
bir annenin feryadına kulak verip sende haykırsana

susma! 
unutma!
sıraya koyma 
sırada ol
tek bir şey sığsın duana
bir olanı parcalama.

kaç kişi sığar bir duaya
kaç kişi bilir sığsın bir duaya.