27 Temmuz 2014 Pazar

Bu Bayram


Ramazan gidiyor. Ama geldiği gibi değil. Her zamanki neşesiyle gelemiyor bayram ramazanı gerçek bir ramazan gibi yaşayıp kardeşlerinin acılarını yüreklerinde hissedenlere. Bu defa bayram namazı cenaze namazı gibidir ölen yüzlerce şehidin ardından. Bayram onlarındır. Biz burada utancımızdan bayramı hak etmezken,onlar şehadet şerbetini içerek bayrama sahip oldular.

Ramazan gidiyor getirdiği neşeyi de yanında götürüyor bu sefer. Çocuklar götürüyor yanında daha oruç tutma yaşına erişememiş. Bebekler götürüyor yanında daha hiç bayram görmemiş.

Bazı çocuklar kalıyorlar.. Ama baş uçlarında bu bayram sabahında bayramlıklarını bulamıyorlar, babalarını bulamıyorlar. Kızların saçları güzel toplanmamış ,bir kızın saçını en güzel annesi toplar çünkü..

Bu bayram eksik, bu bayram buruk, bu bayram yetim ,öksüz  çocuklar. Tıpkı Filistin gibi.

Bu bayram biz alalım yetimlerin bayramlıklarını,saçlarını biz tarayalım kızların. Elimiz Filistin'e ulaşamıyor madem ulaşabileceği yere uzatalım elimizi. Ne de olsa ulaşamıyor diye geri çekmeyelim elimizi.. Bu bayram ilaç olalım o çocuklara yüzlerinde gülümseme olalım, kalplerine tohumlar saçalım..

Bu bayram elimizin ulaşamadığı yere kalbimizi ulaştıralım,dualarımız gitsin Filistin'e..

Çocuklar ve Filistin bu bayram ve her bayram ,bu gün ve her gün kimsesizler. Biz vesile olalım onların sahiplenilmesine, çocukların tebessümleri bizim kalplerimize değsin bu sene ve her sene...

İlk Mim:))


Öncelikle bizleri mimlediği için ve desteğini hiçbir zaman üzerimizden esirgemediği için Bilal Aydın’a sonsuz teşekkürler.J


Ne sıklıkla kitap okursunuz?

Bazen uzun aralar verdiğim oluyor. Ancak son birkaç aydır sınav haftaları dışında hiç boş kalmadım diyebilirim. Biraz yavaş okurum ama okuyorum nihayetindeJ

En sevdiğiniz yazarlar?

Tolstoy, Dostoyevski, Sabahattin Ali, İskender Pala, Murat Menteş, Khaled Hosseini...

En beğendiğin kitaplar?

Suç ve Ceza, İçimizdeki Şeytan, Sevme Sanatı, Satranç, Od, Yabancı, Uçurtma Avcısı, Sineklerin Tanrısı, Olasılıksız, Ruhi Mücerret....

Yerli/Yabancı hangi yazarların kitaplarını tercih edersin?

Yerli yazarlardan Sabahattin Ali, yabancılardan Dostoyevski bir süredir öncelikliler.

Bugüne kadar en beğendiğin kitap serisi?

Bugüne kadar hiç kitap serisi okumadım. :S

Daha çok hangi tarz okumaktan hoşlanırsın?

Psikolojik kitaplar her zaman daha çok ilgimi çeker.

En son hangi kitabı okudun?

Satranç, Stefan Zweig

Şu anda hangi kitabı okuyorsun?

Guguk Kuşu, Ken Kesey

Kitap blogları hakkında ne düşünüyorsun? Yeterli mi?

Henüz hiçbir kitap blogunu takip etmiyorum.

Kitap okumak sizin için ne ifade ediyor?


Genelde beni dinlendiren bir eylem, ancak cümlelerin altında başka bir anlam aramaya başladığımdan beri bazen yorucu da olabiliyor. Yoruculuğu arttıkça etkileyiciliği de artıyor tabi kitabın. Sonra hayal dünyamı genişletiyor ve daha bir sürü şey. Kısaca hayatımın bir parçasıJ




Zorlu Yol


Takılı kalıyoruz bazen bir söze, bazen bir dokunuşa bazen ufacık bir bakışa. Gözümüzü  her kapattığımızda aklımıza gelen bakışlar, duyduğumuz zaman incindiğimiz sözler.

Bazende kendi söylediğimiz sözlere  takılı kalıyoruz. Bugünlerde hepimizin dilinin ucunda birer ok yok mu zaten, sevdiklerimizin kalplerini hedef alan onların göğüslerine saplanacak olan. Ve yine saplanan okun açtığı yaranın merhemi bizim dilimizin ucunda değil mi?

Her şey dilde bitiyor ama unuttuğumuz bir şey var ki her şeyin kalpte başladığı... Kin ve nefretlerimizi biriktirmeye başladığımız günden  beridir kelimeleri birer silah gibi görür oldu gözlerimiz, kulaklarımızda ağır  bir uğultu var duyamıyoruz etraftaki güzellikleri; kalbimizi başkalarının oklarından korumak için bir set çekmişiz ki güzellikleri de içine alamıyoruz. çiçekler bile güzel söz duymayınca solarken kalbimizin solması aşikar değil mi?

İhtiyacımız olan güzel sözleri kendi kendimize mırıldansak ,kendimize kuran okusak; yine de kalbimize giden o zorlu yolu aşamıyoruz, kalbimize ulaşamıyoruz . Çünkü kuruyan kalpten dile giden yol taşlıdır, engebelidir; çok zor yol kat eder. Kelimeler yorgun olur dile ulaştığında ağızdan çıktığında huzur vermez isabet aldığı kalbe. Bizden huzur bulamayan kalp de bize huzur veremez. Böyle bir kısır döngü işte.

Kalbimizi korumak için ördüğümüz bariyerleri kaldırsak ama kırarak değil ördüğümüz tuğlaları tek tek sökerek, o tuğlayı kimin için koyduysak onu severek, onunla bir tas çorbayı paylaşarak.

Ne de olsa güzel olan,aslolan paylaşmaktır ve paylaşmak bütün kapıları açar..

25 Temmuz 2014 Cuma

Düşündüm de…


İçimizdeki çocuğu büyüttük mü? Aferin o zaman bize. Artık aklı başında, nerede nasıl davranması gerektiğini bilen, kendisine sunulan kalıplara göre şekil alan, toprakla temizlenmeyi değil de betonda kirlenmeyi benimseyen, gördüğüne değil duyduğuna inanan, sorgulamadan kabul eden, koca bir gökyüzünde dinlenmek yerine yeryüzünde kaybolan bizlere, hepimize aferin. Ayakta alkışlıyorum bizleri ve sırtımı dönüyorum geride bıraktığım onlarca hayale ve maceraya.

Yeni doğanlar büyüdükçe daha da heyecanlı oluyorlar, dikkat ettiniz mi? ‘Bu da ne?’ diye ellerini daldırıyorlar suyun içine, kağıdı parçalarken çıkan sesi dinliyorlar, tadına bile bakıyorlar. Bir köpeğe korkmadan ellerini uzatıp dost oluyorlar. Bizim tanıdık sandığımız birçok şeyi onlar bizden iyi tanıyorlar ve zamanla unutuyorlar, unutturuyoruz, bize de unutturdular. Galiba intikamımızı onlardan alıyoruz. Kıskanıyor muyuz ne? Koyup da başköşeye öğrensek ya onlardan bir şeyler. Sadeleştirdiğimiz hayatlarımıza renk katsalar biraz. Biz onlara çamurla oynama dedikçe onlar gözümüzün içine baka baka ağızlarına sokarken çamuru cesareti öğretseler bize. Denizin altındaki balıkların nasıl nefes aldıklarını sorgularken merakı öğretseler…

Ben bunları düşünürken şu anda bir baba odasının duvarlarını boyalarıyla renklendiren çocuğunun ellerine vuruyor. Renklerden uzak dur çocuk! Odanın duvarları beyaz olmak zorunda. Çünkü senin hayal gücün bununla sınırlı kalmalı. Beyaz bir gömlek giydiğinde altına siyah bir pantolon geçireceksin, unutma! Saçlarını iki yana ayırıp güzelce taramalı ve ayakkabılarını temiz tutmalısın. Sakın sesini çıkarma gittiğimiz yerde, uslu uslu otur. Çünkü sen bir çocuk değilsin, yetişkin adayısın nihayetinde. Sonra teyzeler gelip güzelce taranmış saçlarını okşayarak “Aman da ne uslu bir çocuk bu böyle.” desinler ve sen bu cümle için tüm maceralarından vazgeç çocuk. Ellerine alıp tüm renkleri hayatı rengarenk boyamaktan vazgeç. Bak! Her şey tekdüze zaten. Güne uyandığında gökyüzü yine mavi, dağlar yine yeşil, evlerin çatıları yine kırmızı… Sorgulama bunları, sorgulama işte. Ne gerek var!

Bir adam var. Otuz beş, kırk yaşlarında. Utanmıyor, bir ayağında mor bir ayağında sarı çorap. Öyle dolaşıyor. Umurunda değil, kim ne der diye düşünmeden kafasına göre yaşıyor. Hayalleri hayatının ötesinde. Tanıdıkça şaşıyor insan bu adam neyin kafasını yaşıyor! Bana sorarsanız büyütmemiş içindeki çocuğu, çocukluğunda yaşıyor. Sen ona benzeme çocuk. Kim sığacak sonra kalıplara? Kim sorgulamadan kabul edecek benim fikirlerimi benim kabul ettiğim gibi? Kimse sormaz senin fikrini, kimse sormaz sana neyi sevdiğini. Düşündüm de ben yeşili severdim herhalde, griyi bu kadar sevdirmeselerdi.


20 Temmuz 2014 Pazar

Elimizden Gelen Bu Mudur?

Yıllardır süren bir zulüm var ,yıllardır süren bir ambargo. Ve artık ruhu, kalbi,inancı olmayan bir düşman var karşıda ,karşımizda. 7 Temmuzla beraber yıllardır süren zulüm boyut degiştirdi. Kıdem atladı,büyük bir katliama dönüştü. Bizler sadece müslümanlar değil insanlar,kalbi ve vicdanı olanlar olarak sessiz olmamalıyız,olamayız. Ama bilmeliyizki ses çıkarmak demek sadece televizyon programlarında Gazze de çocuk olmanın ne olduğunu anlatanları diblemek değildir. Orda çocuk olabilmek için önce doğabilmek gerekir. Ancak orada bebekler daha annelerinin karnında iken kurşunların ,bombaların hedefindedirler! Bebeklerin gözlerimizin önünde can çekişerek ölüyor olmasına sadece acı dolu bakışlarla sessiz kalamayız. Annelerin yüreklerinde ki ateşi söndürmek için bir kova su taşımaktan uzak kalamayız. Kalmamalıyız,unutmamalıyız. Özellikle alış veriş yaparken aklımızdan çıkarmamalıyız. Hiç bir hukuku dini inancı dinlemeyen, kimsenin durduramadığı bir devletin suyunu bile içmemeliyiz. Belki bu onları durdurmaz ama bizim ahirette kardeşlerimizin yüzüne bakmak için yüzümüz olur. Ben sana kurşun atılması için para vermedim diyebiliriz en azından. Büyük dram büyük acı. Küçük insanlar ,küçük fikirler.. Ama bizim bu küçücük yüreklerimiz dualarımız birleşirse arşa yükselir,Filistine ulaşır. Onların son model silahlarına karşılık bizim Fetihlerimiz,tesbihlerimiz var. Her şeyin sahibi olan Allah var ,onların gücünün yetemeyeceği. Birlik olmak zor,birlik olanlara laf etmek kolay. Kendi ırkından olmadığı için üzülmemekte,üzülmeyi geçtim üzülenlere karışmak ise tam bir vahşettir! Sözün özü biz bu vahşete karşı göğsümüzü siper edemiyoruz madem rahat koltuklarımızda otururken neler yapabiliyorsak onu yapalım hiç olmazsa. Fetihler okuyalım, dualar edelim Yediğimize içtiğimize dikkat edelim,bir kurşunda biz sıkmayalım kardeşlerimize. İlerde çocuklarımız 'anne ,baba bu vahşetler ,katliamlar olurken siz ne yaptınız sadece izlediniz mi ' diye sorduğunda cevap verebilelim. Şimdi susarsak eğer o gün geldiğinde de susmak zorunda kalırız çünkü. Unutmayalım ses çıkarmak her zaman bağırarak olmaz nice çığlıklar var kimsenin duyamadığı.

17 Temmuz 2014 Perşembe

Kalıcı Hasar

Bizim oda sabahları çok sıcak oluyor diye söylenmeye basladı içinden. Hep böyle söylenirdi zaten, ne zaman görsem bir şeylerden şikayet eder vaziyette. Onu anlıyorum zannediyor ama aslında hiç anlamıyordum. Bir klima taktır dedim. Her söylentisine bir çözüm üretmekten yorulmuştum ama işim buydu yapacak bir şey yok. Yaklaşık beş yıldır yaşam koçluğunu daha doğrusu bakıcılığını yapıyorum. Bu sene diğer dört seneye bedeldi. İstanbul’dan taşındığımız için bütün çevresi değişmiş onu pohpohlayan yeni insanlar bulamamıştı. Bütün egosunu kendi kendine yaşıyordu, sürekli söylenip yeni işlerle beni uğraştırarak. İstifa etmemek için kendimi tutuyordum daha doğrusu tutmak zorundaydım. Hastahanede yatan annemin ve üniversitede okuyan kardeşimin masrafları benim üzerimdeydi.

Okula her sabah şoförle giderdi. Bu sabah ben de seninle geleceğim ve öğretmenlerinle görüşeceğim dedim sağ olsun hiç itiraz etmedi.. Amasya bu şehrin yolları İstanbul'a göre çok sakin.

O hazin kazanın üzerinden tam bir hafta geçti. Aracın şoförü vefat etti, ben ufak çok ufak bir sıyrıkla atlattım, yani öyle zannediyordum. Elif bütün şımarıklık ve söylemelerine rağmen çok sevdiğim öğrencim hala komadaydı. Kendi kendime adaklar adıyordum bir haftadır. Elif’in gözlerini açması için. O mavi masmavi gözleri bir kez daha görebilmek için.. Yoğun bakım odasının penceresinden Elif’i izliyordum, birden makinadan sesler gelmeye basladı. O anı unutamıyorum. Tıpkı ağabeyimin ölümündeki gibiydi. Doktorlar hemşireler içeri koşuşturdu ve perdeyi kapattılar her zamanki gibi. İçeride kim bilir neler oluyordu. Ahmet Bey ve Aylin Hanım kapının önünde birbirlerine sarılmış vaziyette yıkılmamak için  birbirlerini tutuyorlardı. Odanın kapısı açıldı ve doktor cıktı:

-Hastayı kaybettik.

Bu cümle o kadar tanıdık, o kadar bilindikti ki. Ama insan bazen bildiği şeyleri anlamakta güçlük çeker. Ve biz kavrayamamıştık. Cenaze namazına kadar. Cenazeden iki gün sonra Ahmet Bey beni odasına çağırdı. Tahmin ettiğim konuşmayı yapacaktık. Artık benimle işleri yoktu. İki aylık maaşımı ve otobüs biletimi bir zarfla takdim edip teşekkür etti. Hayatımın birkaç yılını birleştirdiğim bu aileden ayrılmak bana inanılmaz zorluk yaşattı ve daha da kötü bir duygu var ki ben Elif’in acısını yaşayamadan yeni bir iş bakmaya başlamak zorundaydım.

Artık yeni bir öğrencim var, hiç konuşmuyor ve ben onun konuşmadığı her kelimede çok konuştuğu için şikayet ettiğim  Elif’i, ilk öğrencimi, görüyorum. Vakit geçtikçe o kazanın bende oluşturduğu gerçek hasarı fark ediyorum...


14 Temmuz 2014 Pazartesi

Cennet

Terliklerini vura vura koştu küçük kız. Kalabalıktı. Toz dumandı ortalık. Nasıl olmuşsa olmuş bırakıvermişti annesinin elini. Sonrası ise karmakarışık... Etrafındaki insanların yüzlerine bakıp annesini seçmeye çalışıyor, karnından yukarısını göremiyordu kimsenin. Arada bir onun boylarında birkaç çocuğun yüzünü seçiyorsa da onlar da bir görünüp bir kayboluyorlardı. Nereye gittiği belli olmayan bir kalabalığın ortasında sürüklenmekten yorgun düşmüştü küçük kız. Olduğu yere sabitlendi sonra. Avuçlarını açıp annesinin yatmadan önce okuması için öğrettiği bütün duaları okumaya başladı. Yaşlar nurlar gibi birikti avuçlarına. Dualar ve yaşlar çoğaldıkça kalabalık azaldı sanki. Onun da yüreği sakinleşti. Tam kıpırdayacaktı ki yerinden aniden büyük bir gürültü koptu. Bulutlarla örtülü gökyüzünü griye çaldı yükselen dumanlar. Gürültüyü takip eden kısa bir şok sessizliği, sonrası ise çığlık çığlığa kaçış ve arayış kaybolanları.

            Küçük kız kulaklarını kapattı elleriyle, iri gözlerini fal taşı gibi açıp bakakaldı göğe yükselen kırmızı dalgalara. Bunun etkisinden henüz çıkmıştı ki bir gürültü daha.. bir gürültü daha.. Etrafında koşuşturan yüzlerce insan.. Ne olduğunu anlayamayan bakışları her birine dokunmaya çalıştı tek tek. Neydi şimdi bu yaşadığı? Neden kanlıydı elleri yüzleri çocukların? Neden sokakların ortasında uyuyakalmıştı insanlar? Daha saat erkendi, nedendi bu karanlık? Bu garip giyinmiş adamlar da kimlerdi? Çocuklar ağladıkça gülüyordu onlar..

            Gözlerini gezdirirken kalabalığın üzerinde annesini görebildi nihayet. Bağırmaya başladı kendi sesini kendisinin bile duyamayacağı büyük bir çığlığın içinde. Ne yaptıysa olmadı, annesi olduğu yerde dört dönüyor fakat onu görmüyordu. Ellerini dizlerine vuruyor, bağıra çağıra ağlıyordu. Küçük kız annesiyle arasındaki mesafeyi kapatmak için koşmaya başladı terliklerini vura vura. Küçük adımları yaklaşmıştı ki ana kucağına bir gürültü daha uğruna savaşılan toprakların semalarında, üstelik küçük kızın tam da annesiyle göz göze geldiği o anda.
Hayatında hiç görmediği ve hayattaki kimsenin de göremeyeceği bir güzellikle karşılaştı birden küçük kız. Yine anlam veremedi bu olanlara. “Burası da neresi böyle?” Melekler cevap verdi küçük dudaklardan çıkan bu soruya: “Cennete hoş geldin küçük kız, cennete hoş geldin.”


11 Temmuz 2014 Cuma


Zafer Kimin?

Yine bir yerler ateş altında. Bu gece yine birileri ölüyor, yine çocuklar yetim kalıyor. Yangınlar çıkarken hayatlar sönüyor... Filistin yüreğimizin en ateşli yeri, yani öyle olması gerekiyor. Ateşin sadece düştüğü yeri değil bizim içimizi yakması, bizi ayağa kaldırması gerekiyor. Hanzalalar, o gök yüzlü mahzun bakışlı ve bir o kadar büyük yürekli cesur çocuklar çoğalıyor. Yine unutuluyor yanan evler, yürekleri yanan eşler, kundaklarda ağlayan bebekler... Tıpkı maden yangınları gibi unutuluyor. Bazen kömür peşinde kararan dünyalar, bazen de kömürü örten bir avuç toprak için kararıyor. Bir avuç toprak için ölüyor; ölmek için doğan çocuklar.

Biz; hep aydınlık olan dünyamızın kapısının kilidinden bakıyoruz bilmediğimiz o karanlık ya da kızıl dünyaya; uzaktan görüyoruz çırpınışları, bi fısıltı gibi geliyor haykırışlar. Biz de ağlıyoruz ama çok uzaktaki yangınları söndüremiyor gözyaşlarımız. Kapılarımızın ardından sadece dua ediyoruz yapabilecek başka bir şeyimiz yokken. Ve bir çocuğun yüreği bizim dualarımızla serinliyorsa eğer, gözyaşlarımız yüreklerdeki yangınlara ulaşıyor demektir, gözyaşlarımız ateşleri biz habersizken söndürüyor demektir... Müminler ancak kardeştirler ve kardeşler arada km ler de olsa birbirlerini tanırlar. Biz madden tanıyamadığımız kardeşlerimizi dualarda tanırız ve hep onlarla yan yanayız.. Zafer inananlarındır, zafer duayla birlik olanlarındır..