Bir gece yarısı türlü sebeplerle çıkmıştı karşıma 'bedbin
adam'. Çıkmıştı derken öyle simaen değil, kelimeler aracılığıyla. Gece gibi
karanlıktı sayfası. Uzun uzun üstü kapalı iç dökmüşlükleri vardı satır
aralarında. Yıkılmışlıklar vardı, adı konulamamış meseleler, anlam arayışları,
tablolarda gizlenmiş gerçekler ve çokça ben vardı. O bunu farkında değildi tabi
ama ben kendimi buluyordum yazdıklarında. Bazen içinden ne geldiyse onu
yazdığını hissediyor, ortak oluyordum o karmaşıklığına. Tabii o bunları bilmiyordu.
Simsiyah bir arka plan çoğu insanın içini karartabilirdi okurken. Beni ise daha çok kendine çekiyordu. Siyahla beyazın yeri başkaydı çünkü bende. Her insanın hem gecesi hem gündüzü vardı. Ben de bu yüzden, her ikisini de benimsemiş griye vurgundum. Benim kelimelerim de grinin altında toplanıyordu. O zaman bilmiyordum tabii onun da kendini benim satır aralarında bulduğunu. Burada bana ait bir şeyler var dediğini.
Simsiyah bir arka plan çoğu insanın içini karartabilirdi okurken. Beni ise daha çok kendine çekiyordu. Siyahla beyazın yeri başkaydı çünkü bende. Her insanın hem gecesi hem gündüzü vardı. Ben de bu yüzden, her ikisini de benimsemiş griye vurgundum. Benim kelimelerim de grinin altında toplanıyordu. O zaman bilmiyordum tabii onun da kendini benim satır aralarında bulduğunu. Burada bana ait bir şeyler var dediğini.
Haberimiz olmadan kelimeler arasında ararken birbirimizi hiç
ait olmadığımız topraklarda kesişti yollarımız. Ortak dostlar haberdar
ettiler bu iki yabancıyı birbirlerinden. Yalnız kalmayın dayanak olun
dediler. Ama iki çekingen nasıl gelecekti ki bir araya. Aynı dolmuşta
mutlaka denk geldiğimizi biliyordum da kim olduğunu bir türlü kestiremiyordum.
Dolmuşta inen her adamda tanıdık bir şeyler arıyordu gözlerim. Tahmin ediyordum
ama emin olamıyordum. Aynı sokaklarda yürüyor, aynı merdivenleri çıkıyor, aynı
masalarda farklı zamanlarda yemek yiyorduk. Derken gideceği haberi geldi
ülkenin diğer ucuna. Daha yüzünü bilmeden gidecekti. Sesini duymadan... Bir
arayış değildi o zaman, ama insan yaşamında giz kalsın istemiyordu. Derken
gitmeden, başını öne eğerek gülümsedi bir adam. Bedbin adam.
Tanısaydık birbirimizi çok özel şeyler paylaşabilirdik hüznüyle küçük şehirden gitti bedbin adam. Bende de aynı hüznü bırakıp gitti o masal şehrine. Elimizde yine yalnızca kelimeler kalmıştı. Bir de büyük suskunluklar. Sonra o bozdu suskunluğu benim gri sayfamda. "Bu suskunluk; sadece iç kargaşalar, çelişkiler tünelinden çıkamayışımızın bir sonucu mu?" Uzun sohbetlerle bozuldu sonra suskunluk. Ama iç kargaşaları giderek büyüyordu. Bedbin adam tanındıkça daha da gizemli bir hal alıyordu.
Kelimeler yetmeyince masal şehrinde buluşmaya karar verdik. Yüz yüzeyken de uzun cümleler kurabilecek miyiz diye merak ediyordum. O kuruyordu, sürekli bir şeyler anlatıyordu. Susmaktan korkuyordu. Bu hali güzeldi. Sonra gördüm ki sessizliği de güzeldi. Derken hava kararıverdi. Ama bu ses ve sessizlik ona da yetmemişti. Biliyordum. Bu sebeple bir daha çağırmıştık ses ve sessizliği. Derken bir daha. Vakit onunla güzeldi değerliydi ve hiç olmadığı kadar hızlı. Yetmiyordu. Sesini ezberleyemiyordum. Yüzünü. Ama sessizliği öyle bendi ki bırakıyordum kendimi kıyılarına. Beni de götür her nereye gidiyorsan ya da gel benimle.
Sonra bir eylül günü... Bunu bilmen gerektiğini düşündüm; bedbin kıyılarımda seninle birlikte yürümeyi çok isterdim, dedi ya da onun gibi bir şey. Ben şaşkınlıkla kalıverince öyle; sus, dedi bir şey söyleme, hemen karar verme. Çantasında benden habersiz çiçeklerle geri döndü masal şehrine. O daha varmadan ben kararımı vermiştim halbuki. Hayatımı bu bedbin adamın sırtına yaslamak istiyordum. Onunla sokaklarda koşmak, yüksek yerlere tırmanıp manzaranın keyfine varmak, galata kulesinden bir yer seçip masal şehrinin labirentlerinde o mekanı bulmak, yıldızları seyretmek, antika eşyalar seçmek, duvarlara şiirler yazmak, kulağına en sevdiğim türküleri fısıldamak istiyordum. Bunu ona da söyledim.
Tanısaydık birbirimizi çok özel şeyler paylaşabilirdik hüznüyle küçük şehirden gitti bedbin adam. Bende de aynı hüznü bırakıp gitti o masal şehrine. Elimizde yine yalnızca kelimeler kalmıştı. Bir de büyük suskunluklar. Sonra o bozdu suskunluğu benim gri sayfamda. "Bu suskunluk; sadece iç kargaşalar, çelişkiler tünelinden çıkamayışımızın bir sonucu mu?" Uzun sohbetlerle bozuldu sonra suskunluk. Ama iç kargaşaları giderek büyüyordu. Bedbin adam tanındıkça daha da gizemli bir hal alıyordu.
Kelimeler yetmeyince masal şehrinde buluşmaya karar verdik. Yüz yüzeyken de uzun cümleler kurabilecek miyiz diye merak ediyordum. O kuruyordu, sürekli bir şeyler anlatıyordu. Susmaktan korkuyordu. Bu hali güzeldi. Sonra gördüm ki sessizliği de güzeldi. Derken hava kararıverdi. Ama bu ses ve sessizlik ona da yetmemişti. Biliyordum. Bu sebeple bir daha çağırmıştık ses ve sessizliği. Derken bir daha. Vakit onunla güzeldi değerliydi ve hiç olmadığı kadar hızlı. Yetmiyordu. Sesini ezberleyemiyordum. Yüzünü. Ama sessizliği öyle bendi ki bırakıyordum kendimi kıyılarına. Beni de götür her nereye gidiyorsan ya da gel benimle.
Sonra bir eylül günü... Bunu bilmen gerektiğini düşündüm; bedbin kıyılarımda seninle birlikte yürümeyi çok isterdim, dedi ya da onun gibi bir şey. Ben şaşkınlıkla kalıverince öyle; sus, dedi bir şey söyleme, hemen karar verme. Çantasında benden habersiz çiçeklerle geri döndü masal şehrine. O daha varmadan ben kararımı vermiştim halbuki. Hayatımı bu bedbin adamın sırtına yaslamak istiyordum. Onunla sokaklarda koşmak, yüksek yerlere tırmanıp manzaranın keyfine varmak, galata kulesinden bir yer seçip masal şehrinin labirentlerinde o mekanı bulmak, yıldızları seyretmek, antika eşyalar seçmek, duvarlara şiirler yazmak, kulağına en sevdiğim türküleri fısıldamak istiyordum. Bunu ona da söyledim.
Tam bir yıl önce ...
Giz'imizi kaybetmemek ümidiyle. Her yerde O'nun ateşini hep hissetmek; ve yere, ve arşa, ve doğuya, ve batıya selam etmek her bakışta, getirdikleri ve götürdükleri için. İyi ki varsın.
YanıtlaSilNe güzel dost olmak şahit olmak.. :)
YanıtlaSil