3 Ağustos 2014 Pazar

Köşeyi Dönünce...



Hava bir hayli sıcak o gün. Öyle sıcak ki nereye baksam sıcaktan bitkin yüz ifadeleri ile karşılaşıyorum. Sokak hayvanları ayrı bir âlemde; bir köpek arabanın gölgesine sığınmış, bir kedi kafenin masasının altına. Bir kaç kuş sıcak asfaltın üzerinde uzun bir şerit oluşturmuş, biraz dikkat ederseniz bu şeridin sebebinin sokak lambasının asfalta vuran gölgesi olduğunu görebilirsiniz. Biraz dikkat ederseniz şayet, sıcağa rağmen hala bünyeniz yerindeyse bu mümkün, çevrenizde daha birçok garip manzarayla karşılaşabilirsiniz. Misal, kent parkının meydanındaki bankta bir amca oturuyor. Pantolonunun paçalarını ve gömleğinin kollarını sıyırmış hayat maximumda pozunu vermiş D vitamininin dibine vuruyor. Takdiri hak ediyor umursamazlığı. Kimi tebessüm ediyor görünce kimi şaşıp kalıyor.

Hızla geçiyorum günün neşesinin yanından. Bir an önce eve ulaşıp yüzyılın icadı olarak gördüğüm klimanın karşısına kurulma hayalleri kuruyorum, aynı parktaki yaşlı amcanın güneşin karşısına kurulduğu gibi. Yüzyılın icadı tasvirim o an neye muhtaçsam ona göre değişiyor genelde. Allah'a şükretmek lazım yeni yeni icatlar çıkaran insanları yarattığı için.

Eve doğru uzanan yollarda engebem yok çok şükür ancak öyle çıplak ki yollar ara ara gölgesine sığınabileceğim tek bir ağaç dahi yok. Ya kesmişler hepsini ya da dedelerimiz bir fidan dikememişler buralara. Bir yol daha var sağı solu çınar ağacı, ancak yok öyle bir bayır. “Çıkabilir misin?” diye soruyorum kendime “Çıkarım, ne olacak.” diye cevap veriyor iç sesim. Sen kaşındın ifademi takınarak yol ayrımında bayırlı fakat gölge olan yolu seçiyorum. Karar vermek zor iş vesselam, yürümek de öyle. Lakin en sevdiğim iş yürümek. Yürürken hayal kurmak, yaşanmış veya yaşanmamışları düşünmek, çıkarımlar yapmak, akla gelene sinirlenmek, bazen sırıtmak... İfadelerimle yakalanıyorum ya bazen yabancılara, deli olduğumu düşünüyorlardır kesin. Düşünsünler, belki de gerçekten deliyim.

Ben oldukça dik ve sessiz olan bayırı çıkadurayım bir kapı gıcırtısı duyuluyor. Sesin geldiği tarafa doğru bakıyorum. Ağaçların gerisinde kalan yüksek bir apartmanın demir kapısı iyice açılıyor. Minik parmak uçlarına basa basa ufak tefek bir beden çıkıyor dışarı. Evden gizlice çıktığı her halinden belli. Daha yeni olduğu belli olan ayakkabılarını elinde taşıyor. Elinden geldiğince sessiz olmaya çalışıyor, bir işler çevirdiği kesin. Önce küçük sarı kafasını uzatıp bayırın üstüne doğru bakıyor. Kimse yok. Sonra başını aşağıya doğru çeviriyor ki işte o anda göz göze geliyoruz küçük beyefendiyle. Beni görünce bembeyaz teni kızarıyor, yüzüne mahcup bir tebessüm yerleştirip çıktığı kapıdan içeri giriyor. Ben de devam ediyorum bayırı tırmanmaya, ancak eminim kesinlikle bir daha çıkacak. Kapının ardında, benim gözden kaybolmamı bekliyor. Ben de inadına yavaş yavaş çıkıyorum bayırı. Kapı gıcırtısı duyuluyor yeniden, hemen dönüp bakmıyorum. Bakmadığımı görsün ne yapacaksa yapsın da suçüstü yakalayayım derdindeyim. Birden dönüp bakıyorum ki çocuk elinde ayakkabıları parmaklarının ucuna basa basa bayırın sonundaki köşeyi dönüyor. Ee sonrası?

Kısa bir süre dikiliyorum orada. Nereye gidiyor? Gereksiz bir merak aklımı çeliyor ister istemez. Eğer gitmezsem ciddi ciddi kafama takarım, ne oldu çocuk köşeyi dönünce? Ani verilmiş bir kararla iniyorum bayırı. Akıllı bir insan yapmaz bunu, hele ki bu sıcakta.

Burada ağaçlar yok. Güneş kavuruyor adeta. Sağ elimi alnıma dayayıp şöyle bir göz gezdiriyorum etrafa. İşte orada tulumbanın başında. Öyle komik bir hali var ki bir yandan tulumbadan su çekiyor, sonra yerdeki kabı alıp doldurmak için suyun çıktığı yere ulaşmaya çalışıyor. O varana kadar çektiği suyun çoğu boşa gidiyor zaten. Kabı koyacak yer arıyor tulumbanın önünde, bulamıyor. Yine suyu çekip kabı yetiştirmeye çalıştığı sırada ben koşup yapışıyorum tulumbanın koluna. O kabı tutarken öyle bir su akmaya başlıyor ki bunun nasıl olduğuna hayret eden bir o kadar da memnun bir gülüş yayılıyor yüzüne. Kafasını çevirip bir bakıyor, yine ben. Bir an afallıyor. Sonra elindeki kabı yere bırakıp açıklama yapmaya başlıyor:

"Şey, siz bu mahallede mi oturuyorsunuz? Kedilerden rahatsız olduğunuzu biliyorum ama onlara su vermem gerekiyor. Yoksa susuzluktan ölecekler. Hanife Teyze onları mahalleye benim getirdiğimi söylüyor ama gerçekten bu doğru değil. Sokaklar onların evleri ki zaten, aynı bizim oturduğunuz evler gibi."

Açıklamasını bitirmiş benim tepkimi merak ediyor. Kafamı yere çeviriyorum dolması gereken daha beş kap var.

“Çok konuştun ufaklık, şu kapları tut da dolduralım bir an önce.” diyorum. Yüzündeki o tebessümü ve gözlerinin ışıltısı görülmeye değer.

Bir yandan kapları dolduruyoruz, bir yandan sohbet ediyoruz, bir yandan da etrafı kolaçan ediyoruz. Malum Hanife Teyze veya yandaşları her an bir camdan çıkıp bağırmaya başlayabilirlermiş. Ayakkabıları daha yeni olduğundan apartmanın taş mermerlerine attığı her adımda düdük gibi ses çıkarıyorlarmış. Bu yüzden kolayca yakalanabiliyormuş apartman sakinlerine. O da yalın ayak inip köşeyi dönünce giyiyormuş yepyeni ayakkabılarını. Kabı doldururken arada öyle heyecanlı bakışlar atıyor ki apartmanların camlarına, kendi dünyasında adeta bir aksiyon filminin başkarakteri. Ondaki heyecanı gördükçe ben de heyecanlanıyorum. Kapları doldurduktan sonra küçük beyin önceden belirlediği noktalara bırakıyoruz. Balkonların altlarına, apartman bodrumlarına... Öyle daracık yerler ki sadece çocuk girebiliyor buralara. Görevimizi tamamladıktan sonra apartmanın önüne kadar eşlik ediyorum ufaklığa. Güzel gözlerinin içi gülüyor:

“Ben ve mahallenin tüm sokak kedileri size minnettarız.” diyor. Nerden öğrenmişse böyle cümle kurmayı? Ben de teşekkür ediyorum kendisine güzel yüreği için. Ayakkabılarını çıkarıp eline alıyor, aynı çıktığı gibi yine parmak uçlarına basarak içeri giriyor ve demir kapı hafif bir gıcırtıyla kapanıyor.

Yürürken hayal kurmayı sevdiğimi söylemiştim değil mi? Öyleyse artık gerçeği de söylemeliyim. Çocuğu en son gördüğümde köşeyi dönüyordu, sonrası ise ben bayırı tamamlayana kadar kafamda kurduğum hayal ürünü.. Köşeyi döndükten sonrası için kafamda bir sürü fikir var; belki annesinin almayı yasakladığı çikolataları almak üzere bakkala gitmişti, belki yeni ayakkabılarını arkadaşlarına göstermeye gidiyordu, belki de top oynayacaktı bu sıcakta ve daha birçok şey. Her ne yapacaksa bunu birilerinden gizli yaptığına emindim sadece, ha bir de ayakkabılarının yeni olduğuna. O gün merakım çelememişti aklımı ve o gün akıllı olasım tutmuştu niyeyse. Sonra ise kafamda hep bir soru işareti olarak kaldı: çocuk köşeyi döndükten sonra ne oldu?




6 yorum:

  1. Biraz uzun da olsa samimi üslupla yazılmış güzel bir yazı. Tasvirleri kullanma gayretin güzel biraz daha geliştirilirse daha da güzel olur.Çocuğun ne yaptığına gelirsek bence toplum olarak dikkat etmemiz gereken bir olasılığı yazman güzel olmuş. Tebrikler kalemine sağlık

    YanıtlaSil
  2. Sıcak bir hava ve hala süren bir merakın yazdırdıkları aslında:) çok teşekkürler yorumun için:)

    YanıtlaSil
  3. "Bütün büyük düşünceler, yürürken akla gelir." Friedrich Nietzche.
    Kalemine sağlık.

    YanıtlaSil
  4. Bu sözü öğrendim ya, imkanım olan her yere yürüyerek giderim artık:)) Teşekkürler Emine ve tabii teşekkürler Nietzsche:)

    YanıtlaSil
  5. "Golgeli yolun yolculari" eksik olmasin. Kalemine kuvvet

    YanıtlaSil