Günleriniz
durgun mu geçer genelde, sakin misiniz? Kimse soruyor mu size hatırınızı?
Kalmamıştır belki de hatırınız hiç kimsede. Peki, haliniz var mı anlatmaya en
başından? Yaa… Alışık değilsiniz demek anlatmaya. Hiç denediniz mi yoksa
başından mı kararlısınız susmaya?
Susmak
çare değildir yalnız bilesiniz. Susmak, bugün güldürür belki yüzünüzü ele güne;
yarın ise baş başa kaldığınızda kendinizle durduramazsınız yaşlarınızı, sızar
gözkapaklarınızın arasından, engel olamazsınız. Olmayın da zaten. Önermem.
Yoksa çatlarsınız, Allah korusun. Ruhen yani. Durun durun, çatlamak demişken;
bizim mahallede Çatlak Remzi diye bir amca vardı, onu anayım.
Deli
gözüyle bakardı da mahalleli, onlar bilmez ben bilirim, aslında hepsinden
akıllıydı. Derin mavi gözleri vardı. İnanır mısınız, gözleri berrak bir denizi
andırırdı. İçine dalıp da yüzesiniz gelirdi adeta; ama o izin vermezdi.
Derinleri kirliydi denizinin. Korurdu bizi, şimdi anlıyorum. Bir mahallenin
tatlıcısını bir de biz çocukları kovmazdı yanından. Tatlıyı çok severdi, hep
buna yorardım Tatlıcı Lütfü Amca’ya olan yakınlığını. Lütfü amca ölünce
anladım, tatlı değildi sevdiği. Çünkü Remzi Amca o günden sonra hiç tatlı
yemedi. Mahalleyi terk edip de gitmeden önce kulağıma bir şeyler fısıldamıştı.
Hiçbir zaman anlam veremediğimiz esrarengiz cümlelerinin tadında konuşmuştu
yine benimle: “Lütfü Amca’n benim gözlerimin içine dalardı, siz de kıyısında
yüzerdiniz. Onlar ise asla yaklaşamazlar, asla!” dedi kaşları çatık, kahvede
oturan amcaları göstererek.
Bir
daha da görmedim Remzi Amca’yı. Görseydim bir halini sormak isterdim elbet,
hatırı vardı bende. Büyümüştüm ya artık, belki izin verirdi gözlerinin derinine
inmeme belki yüzerdim yine kıyısında. Kim bilir, belki de yakınına bile
yaklaştırmazdı beni. Ama siz bilmezsiniz, benim gibi susanlara acıyarak bakardı
Remzi Amca. Görürdü geleceklerini de sormaya hali yoktu garibin.
Susan
insan sakindir, ancak huzurlu değildir bilirim. Sonumuz belli mi dersiniz? Yok
yok telaş etmeyin; Remzi Amca tatlıya açtı, ondandı çatlaklığı. İşte bu yüzden
geri çevirmemek gerekir önümüze sunulan tatlıları.
Sessiz insanlar en gürültülü zihinlere sahiptir demiş S. King. Aklıma takıldı: Bu suskunluk; sadece iç kargaşalar, çelişkiler tünelinden çıkamayışımızın bir sonucu mu? Tünelin duvarlarından artık o çığlıklar yankılanmıyorsa bunun suçu biraz da ötekilerinde midir?
YanıtlaSilÖteki deyince aklıma ilk Dostoyevski'nin Öteki romanı geliyor hep.Belki de romandaki gibi öteki de bizizdir. Belki kendimizle verdiğimiz bu iç savaşta kazanan çığlıklarımıza karşı susuşlarımız oluyordur?
YanıtlaSil"Özne-Nesne" veya Ego(Nefs)-Öteki" ikiliğini aşıp bütüne bakarsak, evet, aslında sadece "biz" var. Ortada anlamsız bir savaş var. Ve sanırım, kayıp giden zaman tüm bunların en "sessiz" tanığı.
SilAyrıca posta kutusuna bugün düşen mektup da ilginç bir rastlantı oldu. :)
http://usmta496.qpostie14.com/wv/SlC8aPG0mbiQGsWpnuy1EZxLEwc
Sanırım öyle. Ama yaşadığımız bu savaş bizi biz yapan bir şeydir belki de,sandığımız kadar anlamsız değildir.
SilBu sabah posta kutumdaki pasajı okuyunca ben de aynı şeyi düşündüm. :)
Bir de şunu düşündüm o halde sessizler bu savaşı kazananlar mı kaybedenler mi oluyor? Pasaj bana ister istemez bunu düşündürdü.:)
Sanırım öyle. Ama yaşadığımız bu savaş bizi biz yapan bir şeydir belki de,sandığımız kadar anlamsız değildir.
SilBu sabah posta kutumdaki pasajı okuyunca ben de aynı şeyi düşündüm. :)
Bir de şunu düşündüm o halde sessizler bu savaşı kazananlar mı kaybedenler mi oluyor? Pasaj bana ister istemez bunu düşündürdü.:)
Bu sorunun cevabını vermek biraz küstahlık olur. Güzel bir dilemma.
SilBiz de cevabını vermeden uzun uzun düşünürüz hakkında. :)
SilBiz de cevabını vermeden uzun uzun düşünürüz hakkında. :)
SilÖteki deyince aklıma ilk Dostoyevski'nin Öteki romanı geliyor hep.Belki de romandaki gibi öteki de bizizdir. Belki kendimizle verdiğimiz bu iç savaşta kazanan çığlıklarımıza karşı susuşlarımız oluyordur?
YanıtlaSil