25 Temmuz 2014 Cuma

Düşündüm de…


İçimizdeki çocuğu büyüttük mü? Aferin o zaman bize. Artık aklı başında, nerede nasıl davranması gerektiğini bilen, kendisine sunulan kalıplara göre şekil alan, toprakla temizlenmeyi değil de betonda kirlenmeyi benimseyen, gördüğüne değil duyduğuna inanan, sorgulamadan kabul eden, koca bir gökyüzünde dinlenmek yerine yeryüzünde kaybolan bizlere, hepimize aferin. Ayakta alkışlıyorum bizleri ve sırtımı dönüyorum geride bıraktığım onlarca hayale ve maceraya.

Yeni doğanlar büyüdükçe daha da heyecanlı oluyorlar, dikkat ettiniz mi? ‘Bu da ne?’ diye ellerini daldırıyorlar suyun içine, kağıdı parçalarken çıkan sesi dinliyorlar, tadına bile bakıyorlar. Bir köpeğe korkmadan ellerini uzatıp dost oluyorlar. Bizim tanıdık sandığımız birçok şeyi onlar bizden iyi tanıyorlar ve zamanla unutuyorlar, unutturuyoruz, bize de unutturdular. Galiba intikamımızı onlardan alıyoruz. Kıskanıyor muyuz ne? Koyup da başköşeye öğrensek ya onlardan bir şeyler. Sadeleştirdiğimiz hayatlarımıza renk katsalar biraz. Biz onlara çamurla oynama dedikçe onlar gözümüzün içine baka baka ağızlarına sokarken çamuru cesareti öğretseler bize. Denizin altındaki balıkların nasıl nefes aldıklarını sorgularken merakı öğretseler…

Ben bunları düşünürken şu anda bir baba odasının duvarlarını boyalarıyla renklendiren çocuğunun ellerine vuruyor. Renklerden uzak dur çocuk! Odanın duvarları beyaz olmak zorunda. Çünkü senin hayal gücün bununla sınırlı kalmalı. Beyaz bir gömlek giydiğinde altına siyah bir pantolon geçireceksin, unutma! Saçlarını iki yana ayırıp güzelce taramalı ve ayakkabılarını temiz tutmalısın. Sakın sesini çıkarma gittiğimiz yerde, uslu uslu otur. Çünkü sen bir çocuk değilsin, yetişkin adayısın nihayetinde. Sonra teyzeler gelip güzelce taranmış saçlarını okşayarak “Aman da ne uslu bir çocuk bu böyle.” desinler ve sen bu cümle için tüm maceralarından vazgeç çocuk. Ellerine alıp tüm renkleri hayatı rengarenk boyamaktan vazgeç. Bak! Her şey tekdüze zaten. Güne uyandığında gökyüzü yine mavi, dağlar yine yeşil, evlerin çatıları yine kırmızı… Sorgulama bunları, sorgulama işte. Ne gerek var!

Bir adam var. Otuz beş, kırk yaşlarında. Utanmıyor, bir ayağında mor bir ayağında sarı çorap. Öyle dolaşıyor. Umurunda değil, kim ne der diye düşünmeden kafasına göre yaşıyor. Hayalleri hayatının ötesinde. Tanıdıkça şaşıyor insan bu adam neyin kafasını yaşıyor! Bana sorarsanız büyütmemiş içindeki çocuğu, çocukluğunda yaşıyor. Sen ona benzeme çocuk. Kim sığacak sonra kalıplara? Kim sorgulamadan kabul edecek benim fikirlerimi benim kabul ettiğim gibi? Kimse sormaz senin fikrini, kimse sormaz sana neyi sevdiğini. Düşündüm de ben yeşili severdim herhalde, griyi bu kadar sevdirmeselerdi.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder