İçimizdeki çocuğu
büyüttük mü? Aferin o zaman bize. Artık aklı başında, nerede nasıl davranması
gerektiğini bilen, kendisine sunulan kalıplara göre şekil alan, toprakla
temizlenmeyi değil de betonda kirlenmeyi benimseyen, gördüğüne değil duyduğuna
inanan, sorgulamadan kabul eden, koca bir gökyüzünde dinlenmek yerine
yeryüzünde kaybolan bizlere, hepimize aferin. Ayakta alkışlıyorum bizleri ve
sırtımı dönüyorum geride bıraktığım onlarca hayale ve maceraya.
Yeni doğanlar
büyüdükçe daha da heyecanlı oluyorlar, dikkat ettiniz mi? ‘Bu da ne?’ diye
ellerini daldırıyorlar suyun içine, kağıdı parçalarken çıkan sesi dinliyorlar,
tadına bile bakıyorlar. Bir köpeğe korkmadan ellerini uzatıp dost oluyorlar.
Bizim tanıdık sandığımız birçok şeyi onlar bizden iyi tanıyorlar ve zamanla
unutuyorlar, unutturuyoruz, bize de unutturdular. Galiba intikamımızı onlardan
alıyoruz. Kıskanıyor muyuz ne? Koyup da başköşeye öğrensek ya onlardan bir şeyler.
Sadeleştirdiğimiz hayatlarımıza renk katsalar biraz. Biz onlara çamurla oynama
dedikçe onlar gözümüzün içine baka baka ağızlarına sokarken çamuru cesareti
öğretseler bize. Denizin altındaki balıkların nasıl nefes aldıklarını
sorgularken merakı öğretseler…
Ben bunları
düşünürken şu anda bir baba odasının duvarlarını boyalarıyla renklendiren
çocuğunun ellerine vuruyor. Renklerden uzak dur çocuk! Odanın duvarları beyaz
olmak zorunda. Çünkü senin hayal gücün bununla sınırlı kalmalı. Beyaz bir
gömlek giydiğinde altına siyah bir pantolon geçireceksin, unutma! Saçlarını iki
yana ayırıp güzelce taramalı ve ayakkabılarını temiz tutmalısın. Sakın sesini
çıkarma gittiğimiz yerde, uslu uslu otur. Çünkü sen bir çocuk değilsin,
yetişkin adayısın nihayetinde. Sonra teyzeler gelip güzelce taranmış saçlarını
okşayarak “Aman da ne uslu bir çocuk bu böyle.” desinler ve sen bu cümle için
tüm maceralarından vazgeç çocuk. Ellerine alıp tüm renkleri hayatı rengarenk boyamaktan vazgeç. Bak! Her şey tekdüze zaten. Güne uyandığında gökyüzü yine
mavi, dağlar yine yeşil, evlerin çatıları yine kırmızı… Sorgulama bunları,
sorgulama işte. Ne gerek var!
Bir adam var. Otuz
beş, kırk yaşlarında. Utanmıyor, bir ayağında mor bir ayağında sarı çorap. Öyle
dolaşıyor. Umurunda değil, kim ne der diye düşünmeden kafasına göre yaşıyor.
Hayalleri hayatının ötesinde. Tanıdıkça şaşıyor insan bu adam neyin kafasını
yaşıyor! Bana sorarsanız büyütmemiş içindeki çocuğu, çocukluğunda yaşıyor. Sen
ona benzeme çocuk. Kim sığacak sonra kalıplara? Kim sorgulamadan kabul edecek
benim fikirlerimi benim kabul ettiğim gibi? Kimse sormaz senin fikrini, kimse
sormaz sana neyi sevdiğini. Düşündüm de ben yeşili severdim herhalde, griyi bu
kadar sevdirmeselerdi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder